MICHAEL SAILSTORFER, 4 MASKE: PİLEVNELİ | YALIKAVAK

MICHAEL SAILSTORFER

4 MASKE

PİLEVNELİ | YALIKAVAK


1979 Velden, Almanya doğumlu sanatçı Michael Sailstorfer, 2015 yılında bronz ve demirle  başladığı ve sonra seramikle devam ettiği maske çeşitlemelerinin bugün neler ifade edebileceğini o zamanlar tahmin edebilir miydi? Çok değil, aslında her şey 5-6 yıl içinde inanılmaz bir ivme kazandı ve maske, geçmiş anlamlarından (insanlık tarihi boyunca anonimlik,tiyatro, dini ritüeller, animizm vb. farklı dönem ve kullanım amaçlarına yönelik referanslarından) adeta sıyrılarak günümüz gerçekliğinde kendine birçok yeni anlam yarattı. Bunların en önemlisi de hiç şüphesiz hepimizi iki yıl boyunca korkudan titreten Covid-19 pandemisi oldu. Maske, bizi aynı hastalıktan korkan, aynı düşüncelerle uykuya dalan ve birbirini gözlerinden tanımaya çalışan tedirgin topluluklar olarak kodlayan bir simgeye dönüşürken delirmişçesine stokladığımız, evden çıkarken mutlaka yanımıza aldığımız, onsuz hayatımıza devam edemeyeceğimizi sandığımız koruma kalkanımıza dönüştü. Elbette Sailstorfer'ın Pilevneli'de sergilenen maskeleri söz konusu medikal maskelerle ne form ne de içerik yönünden benzeşiyor, ancak bu bağlantının ister istemez kendine yer bulması da sanatçının en önemli amaçlarından biriyle örtüşüyor: Gündelik hayata ait detay ve nesnelerin dönüşümüne dair tutkusu ve insanın ne yaparsa yapsın doğa üzerinde kontrol sahibi olmadığı fikrine odaklanan söylemi.


Nesnelerin Sonsuz İhtimali
Maskelere odaklanmadan önce sanatçının genel pratiğine bakmak gerekirse, aslında tamamen üç boyut kaygısı ve mekâna özgü eser üretimi odağında çalışmalara yoğunlaştığını söylemek mümkündür. En büyük ilhamını oldukça sıradan nesne ve detaylar ile geçicilik fikrinden alan sanatçı, zihnindeki fikirlerin kendi malzemelerini, boyutlarını ve süreçlerini inşa ettiğini söyleyerek özellikle nesnelerin kendi bağlamlarından çıkıp dönüşebilecekleri sonsuz yeni ihtimalin onu heyecanlandırdığını vurgular. Bu kapsamda genellikle mekâna göre değişen, kimi zaman dördüncü boyut olarak adlandırdığı ses veya koku yoluyla kapladığı alanı genişletip dönüştüren çalışmalar yapar. Zanaatkâr bir aileden gelmesinin, inşa etmeye, el emeğine dair bilgi ve deneyiminin etkisiyle bu yolda ilerlemiş, erken dönemlerde daha çok dış mekân eseri ürettikten sonra daha küçük boyutlarda da çalışmaya başlamıştır. Ancak kullandığı malzeme ve sergilenen mekân neresi olursa olsun, tüm eserlerinde mutlaka dikkat ettiği önemli bir konu vardır: Etkili bir kontrast. Bu bağlamda da dış mekânla veya beyaz küp-galeri ortamıyla farklı bir şekilde ilişki kurmaya ve her zaman gerilimli bir ikiliği taze tutmaya çalışır.


Koku ve Sesle Gelen Dördüncü Boyut: Patlasın Mısırlar
Mekân, boşluk, kaplanan alan ve yayılma gibi konulara ilgi duyan sanatçı, bir insanın ya da bir heykelin bir odada yer kaplaması fikrinden ilham alarak bunu Andy Warhol'un bir özelliğiyle örneklendirir: Warhol, oldukça içe dönük biri olmasına rağmen bir ortamda dışa dönük biriyle aynı miktarda yer kaplamak istediği için çok fazla parfüm kullanır. Kokunun yarattığı çekim, çağrışım ve hayal gücü de işte burada devreye girer. Sailstorfer, koku ve ses gibi "görünmeyen" unsurların etkisinin de tam da bu nedenle en az görsel olan kadar etkili olduğuna inanır. Örneğin Jupiter Artland Foundation'da 2017'de gerçekleştirdiği sergide sanatçı, bilinen malzemeleri veya mekanik sistemleri yeniden biçimlendirip dönüştürerek aynı anda hem ciddi hem de kara mizah içeren, dönüşüm ve değişim kavramlarına işaret eden büyüleyici bir gerilim yaratır. Burada, daha önce bir patlamış mısır makinası kullanarak yaptığı düzenlemenin bir benzerini yapar. Makina mısır tanelerini hiç durmadan mekâna püskürtür ve sonunda galeri zemini tamamen mısır katmanlarıyla kaplanır. Adeta mısırdan bir dağ oluşan zeminde elbette mısırın kokusu ve makinanın ritmi, izleyiciyi bu atmosfere çekmek ve düşündürmek için oldukça etkili olur. İçeri girer girmez bir sinema salonunu veya çocukluğunu koku aracılığıyla hatırlayan izleyici, mısırların yerlere yayıldığı aşamaların hangisinde mekâna girdiyse ona göre gelişen bir ruh hâline bürünür.

 

İçinde ritim, çoğalma, birikme, yığılma, yoğunlaşma, işgal etme gibi kavramları kokunun duyarlılığıyla hatırlanan çeşitli imge ve çağrışımlarla birlikte barındıran bu eser, sanatçının heykel fikrini hem formel olarak sorguladığı, hem de sıradan ve gündelik bir mısır patlatma işleminin sınırlarını zorladığı yeni bir etkileşim alanına dönüşür.


4 Maske: Kokusuz Günlerden Ruhlar Alemine Bir Yolculuk
Her sanat eseri, eğer yeterince olgunlaşmış ve özgür fikirlerle yola çıkıyorsa günümüz gerçekliği içine hak ettiği şekilde yerleşme potansiyeline sahiptir. Günümüzde koku alamama duygusunu, koku alamamaktan duyulan korkuyu hatırlatan maske kavramı nasıl güçlü bir hisle içimize yerleşmiş olursa olsun, aslında maskenin farklı dönemlerde ifade ettiği anlamlar da hep birbirinden güçlü olmuştur. Sailstorfer'ın önceden bronz ve demirle yaptığı maskeler daha stilizedir ve maske modelleri önce kartondan biçimlendirilmiş ve ardından son şekli metal dökümle verilmiştir. 2017-2018 yıllarında geliştirmeye devam ettiği maske serilerindeyse sırlı seramikten amorf hatta geometrik detaylarla öne çıkan maskeler üretmiştir. Sır damlaları ve ebrularla benek benek olan bu biçimlerde doğrudan bir imge tanımlamak zordur ancak ağızları çağrıştıran yarıklar, gözlere işaret eden yüzey manipülasyonları ve burunları ima eden sivri çıkıntıların Okyanusya ve Afrika sanatlarına gönderme yaptığı söylenebilir. Maskeler, tarih ve sembolizmin damgasını vurduğu bir statükoyu somutlaştırırken modern heykel, fütürist senaryolar (örneğin robotlar) ve geleneksel tören nesneleri arasındaki alışverişin tarihine uzanır. Sailstorfer'ın hem renkleri hem de biçimleri nedeniyle belli bir ağırlığı da vurgulayan bu amorf nesneleri, tarih boyunca doğayı taklit etme, ruhlarla iletişime geçme, tiyatrolarda karakter yaratma, anonimliği sağlama, ölü ruhları temsil etme, büyü ve ritüel, eğlence ve korunmayı temsil etme gibi görevleriyle bakanın gözünde ağırlaşmaktadır belki de. Bugün baktığımız yerden bu metafor, bir yandan hayatta kalma refleksimiz ve içinde yaşadığımız teknolojik gerçekleri, bir yandan herkesin birbirine benzemeye çalıştığı estetik kaygılarla dolu bir toplumu, sanal dünya ve sosyal platformlarda kimliğimizi ve yüzümüzü göstermeden anonim kalabileceğimizi ve dünyaya dair 'maskelenen' birçok gerçeği usulca fısıldar. Ancak hepsinden kopup yeni formunda, yeni bir imge olarak hayatına bugün de başlama ihtimali vardır; tıpkı Sailstorfer'ın hayal ettiği biçimsel imkânların sınırsızlığı gibi.